1. Anasayfa
  2. Ekonomi
  3. İkinci Soğuk Savaş değil, ekonomik çöküş

İkinci Soğuk Savaş değil, ekonomik çöküş

Zeynep Aydın Zeynep Aydın -
46 0

Dünyayı Bekleyen Gelecek: Soğuk Savaş’tan Daha Fazlası

Dünyanın geleceği üzerine yapılan tartışmalar, günümüzde daha önce hiç olmadığı kadar önemli hale gelmiştir. Birçok stratejist, 2. Soğuk Savaş ve 3. Dünya Savaşı’nın olasılıkları üzerinde durmakta. Ancak, Tufts Üniversitesi Tarih Profesörü David Eghbladh, The Conversation’da yayımlanan bir makalesinde, bu senaryoların ötesinde bir alternatif sunarak 1930’lara benzer bir uzun soluklu depresyonun, küresel düzenin çöküşünün ve otoriter ideolojilerin yükselişinin daha muhtemel olduğunu öne sürüyor.

Son on beş yılda dünya, birçok büyük kriz ve belirsizlikle sarsıldı. 2008 mali krizi, COVID-19 salgını ve çeşitli bölgesel çatışmalar, dünya genelinde istikrarsızlık yaratarak toplumları ve ekonomileri derinden etkiledi. Özellikle ABD ile Çin arasındaki artan rekabet, jeopolitik gerilimleri daha da tırmandırdı. Bu durum, birçok yorumcunun 1945 sonrası dönemi referans alarak ‘yeni bir Soğuk Savaş’ senaryosu oluşturmasına neden oldu. Ancak, bu yaklaşım, 1930’larda yaşanan dünya düzeninin çöküşü ile olan benzerlikleri göz ardı ediyor.

1930’ların Karmaşası ve Bugünün Dinamikleri

1930’lar, Büyük Buhran döneminde, dünya genelinde birçok sosyo-politik ve ekonomik değişimle karakterize edildi. Bu dönemde, ekonomik krizler yalnızca borsa çöküşleri ile sınırlı kalmayıp, toplumların yapısını ve bireylerin düşünce biçimlerini de derinden etkiledi. Ekonomik sorunların yaygınlaşması, birçok insanın mevcut sistemlere olan güvenini sarstı ve daha radikal ideolojilere yönelmelerine neden oldu.

Daha Büyük ve Daha Küçük Krizler

  • Büyük Buhran, sadece 1929’daki borsa çöküşü ile başlamadı; aynı zamanda dünya ekonomisinin uzun süreli durgunluğunun bir belirtisiydi.
  • Minneapolis’ten Mumbai’ye kadar uzanan bu kriz, birçok insanın günlük yaşamını olumsuz etkiledi.
  • 2008 mali krizi, ‘Küçük Buhran’ olarak adlandırıldı ve bu süreçte de benzer bir güven kaybı yaşandı.

Her iki kriz de, insanların hayatlarını altüst etti ve mevcut sosyal, ekonomik ve siyasi sistemlerin yeterliliği konusunda ciddi şüpheler doğurdu. Bu durum, liberalizmin ve demokrasi anlayışının sorgulanmasına yol açtı. 1930’larda bu sorgulama, demokrasi ve kapitalizmin krizlere yanıt verip veremediği üzerine yoğunlaşırken, günümüzde de benzer bir eleştiri, otoriter eğilimli popülist liderlerin yükselişi ile kendini göstermektedir.

Otoriter Eğilimlerin Yükselişi

Bugün, liberalizmin sağladığı özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi ideallerin sorgulandığı bir dönemdeyiz. Macaristan’daki Viktor Orban, Rusya’daki Vladimir Putin ve Çin’deki Xi Jinping gibi liderler, otoriter yönetimlerin çekiciliğini yeniden gündeme getiriyor. 1930’larda olduğu gibi, bugünkü siyasi iklim de ‘revizyonist’ devletlerin yükselmesine zemin hazırlıyor. Bu devletler, uluslararası düzeni kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek amacıyla askeri güce başvuruyorlar.

Bir Dünya Dolu Şikayet

  • Büyük Buhran, hükümetlerin ekonomi ve toplumsal yaşamda yeni roller üstlenmesine neden oldu.
  • F. D. Roosevelt’in “Yeni Düzen” politikası, devletin ekonomi üzerindeki etkisini artırdı.
  • Bugün, Çin’in otoriter ekonomik modelinin cazibesi, dünya genelinde birçok insan tarafından ilgiyle izleniyor.
  • 30’ların sonunda, Nazi Almanyası gibi totaliter rejimlerin yükselmesi, liberalizmin sorgulanmasına ve otoriter ideolojilerin meşruiyet kazanmasına yol açtı.

Günümüzde, uluslararası ilişkilerin yeniden şekillenmesi ve güç dengesinin değişmesi, 1930’larda yaşananlarla benzerlikler taşıyor. O dönemde, Japonya gibi ülkeler, dünya sistemini güç kullanarak değiştirme çabası içinde oldular. Bugün de, benzer bir durum, özellikle Çin’in askeri stratejileri ile kendini gösteriyor. Ukrayna’nın yaşadığı kriz, 1930’larda yaşanan benzer olayların bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Geleceği Şekillendirmek

Geçmişte yaşananlar, bugünü yeniden düşünmemiz için bir fırsat sunuyor. 1930’lar, büyük bir savaşla sona erdi ve ardından Soğuk Savaş dönemi başladı. Ancak, bu süreçlerin tekrarı şart değil. Brezilya ve Hindistan gibi yükselen güçlerin varlığı, tarihi aktörlerin değişebileceğinin bir göstergesi. Ancak, çağımızın karmaşık ve çok kutuplu yapısını anlamak, dünya genelindeki güç dinamiklerinin yeniden şekillendiğini fark etmemizi sağlıyor. Bu değişimleri izlemek ve anlamak, geçmişteki felakete yol açan güçleri dizginleme şansı sunabilir.

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir