Enflasyon Muhasebesi ve İş Dünyasındaki Etkileri
Türk iş dünyasında enflasyon muhasebesi uygulamasına karşı güçlü bir direnç söz konusu. Bu direnç, iş dünyasının çeşitli kesimlerinden gelen seslerle belirginleşiyor. Enflasyon düzeltmesinin (ED) haksız bir vergi olduğu yönündeki görüş, odalar, dernekler ve diğer baskı grupları tarafından her türlü platformda dile getiriliyor. 2023 yılının sonunda, bilançolar üzerinde ED uygulaması gerçekleştirildi; ancak bu düzeltmeden kaynaklanan kar ve zararlar vergi hesaplamasına katılmadı. Vergi uygulaması, 2024 yılının ilk üç ayı sonuçlarına bırakıldı. Ancak, gelen talepler ve baskılar sonucunda bu uygulama ikinci üç aylık döneme ertelendi. Şu an içinse, bunun da ertelenip yıl sonuna bırakılması için bir kampanya başlatıldı.
İş dünyasında biraz tecrübeye sahip olanlar, bu uygulamanın yıl sonunda iptalinin gündeme geleceğini ve muhtemelen de öyle olacağını tahmin edebilir. İş dünyasının sesi yüksek çıkan belirli bir kesimin neden ED’ye karşı çıktığına dair genel savlar şu şekilde sıralanabilir:
- Sabit Kıymetlerin Değerlenmesi: İşletmelere nakit girmeyen bir kar üzerinden vergi talep edilmektedir.
- Stokların Değerlenmesi: Satılmamış malların vergisi istenmektedir.
- Yatırım Döneminde Alınan Sabit Kıymetler: İşletmeye geçmemiş sabit kıymetlerden vergi alınmaktadır.
Bu söylemler, Türkiye’de farklı bir muhasebe sistemi olduğu izlenimini yaratıyor; sanki bilançoların sadece varlık tarafı mevcut, borç ve özkaynak tarafı yokmuş gibi bir durum söz konusu. İş dünyasında koparılan yaygara, Türkiye’nin büyük bir yatırım hamlesinin ortasında haksız bir vergiyle karşı karşıya kaldığı hissini uyandırıyor. Ancak öncelikle, ED nedir, buna kısa bir bakış atmak faydalı olacaktır.
Enflasyon Düzeltmesi (ED) Nedir?
ED, üç ana kalemin enflasyon değerlemesine tabi tutulduğu bir muhasebe uygulamasıdır: Stoklar, sabit kıymetler ve özkaynaklar. Bu kalemler, parasal olmayan kalemler olarak adlandırılır. Stoklar ve sabit kıymetler varlık (aktif) tarafında, özkaynaklar ise kaynak (pasif) tarafında yer alır. Her bir kalem, alındığı tarihten güncel tarihe kadar enflasyon farkı oranında değer kazanır. Örneğin, bir sabit varlık 2 yıl önce 1.000 TL’ye alınmışsa ve o tarihten bugüne ilk yıl %50, ikinci yıl %40 enflasyon gerçekleşmişse, iki yıl boyunca toplam enflasyon %110 olur (1,50 * 1,40). Bu durumda, ED sonucu varlığın değeri 2.100 TL’ye yükselebilir. Artan 1.100 TL’lik değer, “parasal kazanç” olarak gelir kaydedilir. Ancak bu noktada itirazlar başlar; çünkü şirket, hiçbir faaliyette bulunmadan ve nakit üretmeden 1.100 TL kar etmiş gibi görünmektedir. Bu durum, evinizin rayiç değerinin arttığı için fazla emlak vergisi talep edilmesine benzemektedir.
Özkaynakların Değerlenmesi ve Vergi Yükü
Madalyonun diğer yüzü ise pek fazla dile getirilmiyor. Özkaynaklar da aynı şekilde değerleniyor ve bu durumda özkaynak değeri “parasal kayıp” olarak gider yazılıyor. Yukarıdaki örneğe dönersek, sabit varlık alımı 1.000 TL özkaynak ile yapıldığı durumda, özkaynaklar 2.100 TL’ye değerlenip 1.100 TL “parasal kayıp” yapılacaktır. Bu durumda parasal kayıp ve kazançlar birbirini götüreceğinden, vergide bir artış söz konusu olmayacaktır.
Türkiye’de şirketlerin özkaynaklarının çok düşük olduğu ve yatırımların daha ziyade borçla finanse edildiği yönündeki savunma, iş dünyasında sıkça gündeme geliyor. Devlet, düşük özkaynak ve yüksek borçluluk ile finanse edilmesini teşvik etmektedir. Bu durumda, yüksek enflasyon sebebiyle özkaynaklardan vergi alınıp eritilmesi teşvik edilmektedir. İş insanları da bu durumu en iyi şekilde değerlendirerek, borçlanma yoluna gitmektedirler. Örneğin, A şirketi sene başında özkaynakları ile 1.000 TL mal alırken, B şirketi aynı malı kredi ile alır. Her iki şirket de sene sonunda %50 enflasyon neticesinde mallarını 1.600 TL’ye satmaktadır. A şirketi 600 TL kar elde ederken, 150 TL vergi ödemek zorundadır. Ancak elinde kalan 1.450 TL ile fiyatı 1.500 TL olan malı tekrar alma imkanı kalmamaktadır. B şirketi ise yine 600 TL kazanmıştır ancak 500 TL faiz ödediği için 100 TL kar üzerinden 25 TL vergi ödeyecektir. Yeni malını tekrar kredi ile alması durumunda 75 TL’ye sahip olacaktır. Bu noktada, düşük özkaynak ve yüksek borçluluk, enflasyon ortamında şirketleri avantajlı bir duruma sokmaktadır.
Stokların Değerlemesi ve Vergi Yükü
ED uygulamasında bir diğer önemli konu ise stokların değerlemesidir. Stokların değerlenmesi, Satılan Malın Maliyetinin (SMM) artmasına sebep olur. Stok değerlemesi “parasal kazanç” yaratırken, SMM artışı maliyet olarak gideri artırır. Stok devir hızı dikkate alındığında, SMM artışı, stok değerlemesinden yaklaşık dört kat fazla olabilir. Örneğin, stok devir süresi 90 gün olan bir şirkette, stok devir hızı 4’tür. Bu durumda SMM artışı, stok değerlemesinden dört kat daha fazla olacaktır. Dolayısıyla, ED uygulaması sayesinde azaltılan vergi yükü, stok değerlemesinden gelecek vergi yükünün 4 katıdır.
Enflasyon oranı arttıkça, SMM artışının toplam SMM içindeki oranı da yükselmektedir. Bu durum, iş dünyasının ED uygulanması için mücadele etmesi gereken bir neden olmasına rağmen, neden muhalefet edildiğini anlamak zordur. Geçmişte çeşitli stok afları ve kayıt dışı işlemler nedeniyle şişirilmiş fiktif stokları bulunan işletmelerin bu uygulamaya muhalefeti normal karşılanabilir. Ancak bu tür işletmelerin, ülkenin iş aleminde çoğunlukta olup olmadığını sorgulamak gerekir.
Sonuç ve Öneriler
Şirketler açısından en zor gelen konu, enflasyon ile alınmış vergi avansının iadesidir. Ancak çoğu kesimden daha iyi bir durumda oldukları da yadsınamaz. Yeni bir vergiden ziyade, en azından baştan tahsil ettiklerinin iadesi söz konusudur. Enflasyon muhasebesi uygulamasının getirdiği avantajlar, iş dünyasında dikkatlice değerlendirilmelidir. Düşük özkaynak ve yüksek borçluluk, enflasyon ortamında şirketlerin avantajlarını artırmakta ve vergi yükünü azaltmaktadır. İşletmelerin bu durumu göz önünde bulundurarak, finansal stratejilerini yeniden gözden geçirmeleri ve enflasyon muhasebesinin getirdiği fırsatları değerlendirmeleri önerilmektedir.